Anda kalmak gerçekte nasıl bir şey?

Hepimiz sık sık duyuyoruz değil mi? “Anda Kalmak” sürekli karşılaştığımız ama tam olarak ne yapacağımızı bilemediğimiz ve ne olduğunu tam anlamadığımız bir terim. Ne kadar önemli olduğunu bu yazımda anlayacağınızı ve artık uygulamaya başlayabileceğinizi düşünüyorum.

Önce şu kavramdan başlayalım. Sadece şu an vardır. Ne geçmiş, ne de gelecek. Bunda hemfikiriz sanırım. Peki bu ne işimize yarayacak? Şöyle ki eğer geçmiş geçmişte kalmış ve gelecek henüz gelmemiş ise biz anda olmalıyız ama malesef olamıyoruz. Ya geçmişin pişmanlıkları, üzüntüleri zihnimizi donatıyor ve geçmişte yaşamaya başlıyor veya gelecekte ne olacak gibi kaygılar ile stres yaratıp gelecekte yaşıyoruz. Her iki durumda da anda olamıyoruz. 

Peki ne yapalım? düşünmeyelim mi? Elbette düşünmeden duramıyoruz ama önce düşüncelerinizi gözlemleme ile başlayın ve geçmişte mi gelecekte mi olduğunuzu önce farkedin. Bunu anlamak için yanınızda küçük bir defter taşıyarak veya telefonunuza not alarak düşüncelerinizin ağırlıklı ne olduğunu bulmaya çalışın. Bazılarında hem geçmiş hem gelecek sürekli beraber dönüyor da olabilir.

Geçmiş ve gelecekten nasıl kurtulacağımıza gelmeden önce bunun bize ne gibi faydaları var onlardan bahsedelim.

Anda kalmak birçok açıdan bizi iyileştirir ve hayatın tadını çıkarmamızı sağlar. Kendiniz  ile barışık olmanızı, mutlu olmanızı, hem fiziksel hem de ruhsal iyileşmenizi sağlar. Aslında ikisi beraber iyileşir ve siz ruhsal anlamda iyileşirken yeni siz yeni bir beden yaratır. Dna nız yeni kimliğiniz ile yeniden şekillenir. Tarihe geçmiş birçok örnekte kanser teşhisi konmuş insanlar ümitsiz kaldıklarında ve anı yaşamaya karar verdiklerinde ve hastalığı unuttuklarında ve endişe etmediklerinde hastalığın da geçtiğini görmüşlerdir. Bir adamın hikayesini hatırlıyorum amerika da yaşayan bir yunanlı o kadar stresli bir hayat yaşamış ki kanser olduğunu öğrenince memlekete dönüp son günlerini eşi ile doğduğu yerde yaşamak istemiş. Orada üzüm yetiştirip eski akraba eş dost ile keyifli bir hayat yaşamaya başlamış ve o kadar eğlenmiş ve mutlu olmuş ki bir süre için kanser olduğunu da unutmuş ve aradan bir süre geçmiş, aklına gelmiş. Doktara gittiklerinde kanserden eser kalmadığını öğrenmiş. Bunun gibi çok örnek var ama bu örnek burada arzularınızın peşinden gidip mutlu olmanın, endişe ve stresi geride bırakmanın ve aslında anda kalmanın öneminden bahsetmiş oluruz. 

Ruhsal açıdan da anda kalmak size çok şey katıyor olacak. Bu dünyadaki amacımız kendinizi gerçekleştirmek yani kendiniz olmak. Bu durumda kendiniz olabilmeniz için ne istediğinizi bulmanız gerekiyor. Bunu sadece anda kalmaya başlayarak bulabilirsiniz. Anda hiçbir sorununuz yoktur. Tabi kronik ağrısı ve hastalığı olanlar biraz farklı ama onlar da bu örnekteki gibi kurtulabilir ama amacımız bu noktaya gelmeden uyanmak ve kendimizi kurtarmak. 

Önceliğin kendiniz olduğunu, siz iyi olmadan kimseye faydanız olmayacağını ve bunun için anda kalmaya başlamanız gerektiğini anlamalısınız. Anda kalıp her şeyi görmeye başladığınızda, düşüncelerinizi gözlemleyeceksiniz ve görmediklerinizi görmeye başlayacaksınız. Bunlara istediğiniz ve istemediğiniz şeyleri görmek de dahil. Hayatın tadını çıkarmak için size verilenleri, Etrafınızdaki güzellikleri göreceksiniz. Hmm evet burada etrafımızdaki kötü şeyleri de maalesef göreceğiz. Ancak siz önce iyi olmalısınız bu yüzden kendinize ve güzelliklere odaklanın. Ne demiştik siz güçlenmez ve iyi olmazsanız kimseye faydanız olamayacak. Bu yüzden kötülükler ile mücadele edecekseniz çok güçlenmelisiniz. Bu tamamen ayrı bir konu bundan da bir  sonraki yazılarda bahsedelim.

Konumuza geri dönecek olursak, biz zamanı yatay bir  çizgi gibi düşünürsek o çizgi üstüne bir nokta koyalım ve an diyelim. Sağda kalan kısım gelecek solda kalan kısım ile geçmiştir. Zihin ve düşünceler geldikçe bu çizgi üzerinde geçmişe ve geleceğe hareket ederiz.

Anda kalmak dikeyde yaşamaktır. Farklı bir dünyada ilerlemeye başlarsınız. Daha öncede yazılarımda anlatmıştım. Dünya sizin içinizden değişir. Siz dünyayı değiştiremezsiniz, önce kendinizi değiştirirsiniz.  Dikeyde ilerlemek çok  farklıdır. Ruhsal ilerlemedir. Yatayda ilerlemek ise zihinsel ilerlemedir. Zihin anda bulunamaz daima geleceğe ve geçmişe hareket eder. Ana bazen yaklaşır ve ama tekrar uzaklaşır. Anda kalmak geçmiş ve  gelecek düşüncelerini  barındırmadığınızda mümkün olur. Öyle bir odaklanır ve yaşarız ki zamanı unuturuz. Mutlu olur ve yaptığımız ne ise tadını çıkarırız. İşte anda olmak zaman illüzyonunu böyle yok etmek gibidir.

Daha önce not alın dememin sebebi buydu. Siz daha çok nereye gidiyorsunuz? Zihin anda kalmayı başaramaz. Sadece farkındalığınız çok artar ise anda kalmaya başlarsınız ve her şey iyileşmeye, frekansınız artmaya başlar. Ego bir kimliktir ve bu kimlik zihin tarafından beslenir. Ego sürekli kimliğini güçlendirmek ister ve  siz ne olarak tanımlanmışsanız geçmişte yaşıyorsanız belirli olayları tekrar tekrar yaşarsınız ve ne konuda gelecekle ilgili endişeler taşıyorsanız o deneyimleri çekersiniz. Yani başınıza bela açan egonuz, sizin kimliğinizdir. Karma denen şey aslında bilinenin aksine budur. Birine bir şey yaptığınız için bir şeyler yaşamazsınız. Kendinize verdiğiniz kimliği tanımlamak, pekiştirmek için sürekli aynı kısır döngüde sıkışmaktır karma. Aslında bunun sebebi de en derinde bir şeylerin farkına varmanız ve uyanmanız içindir. Bu karmayı aşmanız içindir. Bunu anda kalmayı başarabilirseniz hemen de yapabilirsiniz. Ancak insan zor öğrenir ve zor dersler çıkarır. Maalesef zor anlar. Çünkü hiç anda olamamaktadır. 

O zaman  tüm karmalardan anda kalarak hemen kurtulmak mümkün mü? Evet kesinlikle. Peki kurtulunca ne olacak? Enerjinizi sömüren ve sizi aslında yok eden  ve öldüren her şeyden kurtulacaksınız. Neden ölüyorsunuz? Öğrenemediğiniz ve karmalarınızı tamamlayamadığınız için artık bedenin dayanacak gücü kalmıyor. Çabuk yaşlanıyor, enerjisi düşüyor ve bir sonraki serüven için ruh bedeni artık terk ediyor. Bazen kurtulamayacağınızı anladığı içinde hemen gitmek  isteyebiliyor. Yani sizi öldürüyor ki devam edebilsin. Yeni deneyimler ile karmalarını aşabilsin. İşte bu kadar insan bunun için uğraşıyor ama tek yapılması gereken anda kalabilmek. Karmalardan kurtulmayı talep etmek ne geçmiş ne gelecek ile bağ kurmamak, olanın sizin hayrınıza olduğunu bilmek ve ana güvenmek, anda yaşamak işte bu. Size düşen görev, önce kendiniz olmak, kendinizi gerçekleştirmek , hayatın tadını çıkarmak ve hem ruhsal hem fiziksel olarak en iyisi olmak. Ondan sonra etrafınıza fayda sağlayabilirsiniz. Ama önce kendiniz. Önce anda kalmak. Bir kez neyi neden yaptığınızı anlamaya başladığınızda, başınıza ne çoraplar örüp sonra onları çözerek iyileştiğinizi sandığınızı anladığınızda o zaman gerçeği görmeye ve anın farkında olarak yaşamaya başlayacaksınız. Anda yaşamak plan yapmamak ile karıştırılır. Bu bence böyle değil. Planlarınız olacak ve uygulayacaksınız, temel bir yol haritanız, geçmişten ders çıkardığınız şeyler ve gelecek için çalışmalar yapacaksınız elbette. Ancak yaptığınız şeyde ne için yaparsanız yapın sevinç yoksa ve mutluluk vermiyorsa o zaman yanlış yoldasınız demektir.  Anda kalarak kendinizi değiştirmeye ve hayallerinizi, sizi mutlu edecek şeyleri bulmaya çalışmalısınız. Yaptığınız her şeyde hafiflik olmalı ve eğer yoksa orada bir şey öğrenmek için bulunuyorsunuz ve doğru yolda henüz değilsiniz demektir. Mesela sizi işiniz veya ilişkiniz size sürekli  sorun, yük veya sıkıntı oluşturuyorsa durup düşünmelisiniz. Buradan öğreneceğiniz ve vermeniz gereken kararlar var mı? Atmanız gereken adımlar var mı? Blinmeyene gitmeyi seçebiliyor musunuz? Siz güvenmedikçe ana ve bilinmeyene o size kendini açmayacaktır. Bir yerde sıkışıp kalmak ruhunuzda ciddi bir rahatsızlık ve dolayısı ile iç sıkıntısı ile kendini gösterir. Bu iç sıkıntısı ve iç huzuru fark etmeye ve dinlemeye başlayacaksınız. Hepimiz ruhumuzun sesine bu şekilde kulak vermeli ve bizim için en iyisini istediğini, onun da kendimiz olabilmek, özgür olabilmek ve özgürce ne istiyorsak o doğrultuda ilerleyebilmek olduğunu anlamamız gerekiyor. Yoksa bunu zor yoldan öğrenmeye devam edeceğiz. 

Anda kalabilmenin bir çalışma gerektirdiğini farkındalık açısından kabul ediyorum. Meditasyon yapmak, çeşitli  yöntemler kullanmak ve anda olmadığınız zamanları yakalayıp ana dönerek bunu sık tekrarladığınızda anda kaldığınız zamanları arttırmak mümkün. Aslında farkında olarak nefes alıp vermek bile anda kalmanızı sağlıyor. Bir şeyi farkında olarak yapmak. Ne yapıyorsanız onu onurlandırmak. Bir şeyi otomatik yapmamak. Bazı üstatlar ceplerinde ana dönebilmek için bir taş taşırlarmış. Her sıradan zamanda ellerini ceplerine attıklarında anın farkına varırlarmış. Bunu her yapışlarında daha çok ve daha çok anda kalırlarmış. Bunun gibi birçok yöntem bulmak ve alıştırmalar yapmak mümkün. Neden önemli olduğunu ve zihnin sizi andan nasıl kopardığını ve hasta ettiğini anlamak gerekli öncelikle. Ondan sonra istemek ve yapmak. Bir bahane yok. Yapmıyorsanız tekrar tekrar aynı şeyleri yaşayıp bir sonraki hayatınıza bazı şeyleri saklamayı kabul ediyorsunuz. Yapıyorsanız ise en doğru yoldasınız. 

Her şey kendinizin ve anın farkına varmanız, zor yoldan öğrenmeniz için bekliyor. Zor yolu bırakmak ve artık gidişata dur demek elinizde. Eckhart Tolle nin “Şimdinin Gücü” kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Ayrıca bir arkadaşınız ile bu konuları konuşmanın ve yorumlamanın, düşüncelerinizi ve duygularınızı yazmanızın da çok faydası olacaktır başlangıçta.  

O zaman sağlıcakla kalın, anda kalın 🙂


Balık Yağı ile Omega-3 arasında ne gibi farklar var?

Muhtemelen omega-3’lerin sağlık açısından faydalı olduğunu duymuşsunuzdur. Vücut boyunca hücre zarlarının yapısında önemli bir rol oynarlar ve doğru hücre iletişimini desteklerler.

Balık yemek, vücudunuza omega-3’leri almanın mükemmel bir yoludur. Ancak bazen yeterli miktarda balığı diyetinize dahil etmek sağlık hedeflerinize ulaşmak için zor olabilir. Bir takviye almak, vücudunuzun ihtiyaçlarını karşıladığınızdan emin olmanın iyi bir yol olabilir.

Ancak balık yağı mı yoksa omega-3 takviyesi mi almak daha iyi? Konuya derinlemesine bir bakış atalım ve ikisi arasındaki farkları, her birinin faydalarını ve doğru seçimi yapabilmeniz için yüksek kaliteli bir takviyede aranması gerekenleri keşfedelim.

Balık Yağı ile Omega-3 Arasındaki Fark Balık yağı, balık dokularından elde edilen bir yağdır. Omega-3’ler yağ asitleridir – özellikle çoklu doymamış yağ asitleri.

Çoklu doymamış, karbon-karbon çift bağlarından birden fazla içeren yağ asitlerini tanımlamak için bilimsel bir terimdir. Avokado ve zeytinyağında bulunan tekli doymamış yağ asitleri yalnızca bir çift bağ içerir. Tereyağında ve hindistancevizi yağında bulunan doymuş yağ asitleri ise böyle çift bağlara sahip değildir.

Omega-3’ler birçok farklı çeşitte gelir, ancak bilimsel araştırmalarda en sık gördüğünüz üç tür – alfa-linolenik asit (ALA), dokosaheksaenoik asit (DHA) ve eikosapentaenoik asit (EPA) – olarak karşınıza çıkar.

ALA, keten tohumu, ceviz ve chia tohumları gibi bitkisel kaynaklardan gelir. ALA, vücut tarafından üretilemediği için bir zorunlu yağ asididir. Bu nedenle, tüketmeniz gereken bir yağ asididir.

EPA ve DHA, vücut tarafından sentezlenebileceği için zorunlu değildir. İnsanlar, kısmen ALA’yı EPA’ya ve bir ölçüde DHA’ya dönüştürebilmek için enzimlere sahiptir. Ancak bu dönüşüm oranı düşüktür.

Omega-3 Kaynakları ve Faydaları Balık Yağı Balık yağı genellikle hayvan yemi endüstrisinin bir yan ürünü olarak gelir. Hamsi, sardalya, mezgit, uskumru ve menhaden, bu amaç için kullanılan yaygın balıklardandır. Etleri balık ununa öğütülürken yağları balık yemi için kullanılır, evcil hayvan mamasına eklenir veya insan takviyeleri için rafine edilir.

Balık Karaciğer Yağı Balık karaciğer yağları, somon balığı karaciğer yağı gibi, balık yağlarına göre nispeten daha düşük konsantrasyonlarda EPA ve DHA içerirler. Bununla birlikte, karaciğerden elde edildikleri için A vitamini ve D vitamini bakımından zengindirler. Bu yağda bulunan yağda çözünen vitaminler balık yağı takviyelerinde yaygın olarak bulunmazlar.

Ayrıca, A vitamini oksidasyona karşı bir antioksidandır ve omega-3 yağ asitlerini oksidasyondan koruyabilir. EPA ve DHA yağları oksitlendiğinde, balık kokusu veya çürük bir tat veya koku fark edebilirsiniz.

Alg Yağı Alg yağı, bitkisel temelli bir DHA ve EPA kaynağı sunar. Aslında, balıktaki DHA ve EPA, küçük balıkların yediği alglerden gelir. Bu omega-3’ler, daha büyük balıkların daha küçük balıkları yemesiyle besin zinciri boyunca transfer edilir. Alg yağı bu besin zincirinin başında olduğu için, balık ürünleri tükettiğinizde dikkate almanız gereken cıva gibi kirleticilerle ilgili daha az endişe vardır.

Karides Yağı Karides yağı Antarktika karidesinden (Euphausia superba) elde edilir. Bu küçük karides benzeri hayvan, EPA ve DHA içeriğini yediği alglerden alır. Karides yağı aynı zamanda antioksidan astaksantin içerir. Doğal olarak oluşan A, D ve E vitaminleri karides yağının antioksidan gücüne katkıda bulunur.

Keten Tohumu Yağı Keten tohumu yağı ALA içerir. Bitkisel omega-3 olarak bilinen ALA aynı zamanda ceviz, soya fasulyesi, kenevir tohumu, kanola yağı, chia tohumları ve düşük miktarda koyu yapraklı yeşil sebzelerde bulunabilir.

Omega-3’lerin Çeşitleri Nelerdir? Omega-3’ler hem doğal hem de sentetik formlarda gelir. Doğal formlar trigliseridler (TG), fosfolipitler (PL) ve serbest yağ asitleri (FFA) içerir.

Balık ve balık yağlarında bulunan omega-3’ler, çoğunlukla TG ve FFA formunda bulunur. Alg yağı, omega-3’leri çoğunlukla trigliseridler olarak sunar. Karideslerde, omega-3’lerin önemli bir kısmı fosfolipitler olarak bulunur. FFA, oksidasyona çok yatkın olduğu için ticari hazırlıklarda genellikle kaçınılır ve kolayca bozulabilirler.

Etil ester (EE), omega-3’ün sentetik bir formudur. Balık işlenirken yağını takviyelerde kullanmak üzere rafine etmek için trigliseritleri etil esterlere dönüştürmeyi sıklıkla tercih ederler. Bu, yağdaki DHA ve EPA konsantrasyonunu daha kolay manipüle etmeyi sağlar.

Ancak, bir EE’yi TG’ye geri dönüştürmek mümkündür. Bu işleme re-esterifikasyon denir ve buna re-esterifiye veya reforme trigliserit (rTG) denir.

Bazı üreticiler, bazı araştırmaların trigliseritlerin etil esterlerden daha iyi emildiğini öne sürdüğü için EE’leri rTG’lere dönüştürmeyi tercih ederler. Ancak, hala omega-3’ün EE formuna bir pazar bulunmaktadır çünkü onu yağ içeren yiyeceklerle tüketerek EE emilimini kolayca artırabilirsiniz.

Omega-3’ün Bazı Sağlık Faydaları Nelerdir? Omega-3’ler birçok potansiyel fayda ile ilişkilendirilir, geliştirilmiş kalp sağlığından azalmış iltihaplanmaya, düşük depresyon riskine kadar bir dizi avantajı vardır. İşte daha fazla omega-3 yağ asidi tüketmenin size nasıl fayda sağlayabileceğine dair daha derin bir bakış.

İltihapla Mücadelede Yardımcı Olabilir İnsanlar en çok iltihabı akut bir tepki olarak bilirler – vücudun enfeksiyonla savaşmasının ve iyileşme sürecini uyarmasının bir yolu olarak işlev görür.

Bir yaralanmadan sonra, vücudunuz etkilenen bölgede ağrı, sıcaklık artışı, kızarıklık ve şişme yaşayabilir. Bu akut iltihap, bağışıklık sisteminizin yaralanma bölgesine beyaz kan hücreleri göndermesi sonucu oluşur.

İltihap devam ettiğinde, kimyasal sinyalleri devam eder ve tüm süreç uzar. Buna kronik iltihap denir. Kronik iltihapla, bağışıklık sisteminiz sağlıklı dokuları yanlışlıkla tehdit olarak algılayabilir ve onlara beyaz kan hücreleriyle saldırabilir.

Araştırmalar kronik iltihabı kanser, artrit, obezite ve kalp hastalığı gibi durumların gelişimine bağlamıştır.

Trigliserit Seviyelerini Düşürmeye Yardımcı Olabilir Standart bir kolesterol kan testinde numaralar arasında trigliserit seviyenizi göreceksiniz. Trigliseritler, kanınızda dolaşan bir tür yağdır. Vücudunuz hemen ihtiyaç duyduğundan daha fazla kalori tükettiğinizde, onları trigliseridlere çevirir.

Normal bir trigliserit seviyesine sahip olmanın önemli olduğu bir gerçektir, ancak yüksek trigliseritler damarlarınızın sertleşmesine veya kalınlaşmasına yol açabilir. Bu, felç, kalp krizi ve kalp hastalığı riskinizi artırır.

İyi tasarlanmış çalışmalar, deniz ürünleri yağı olarak verilen EPA ve DHA’nın trigliserit seviyelerini azalttığını göstermiştir. Rastgele kontrollü deneylerden elde edilen kanıtlar, diyetle alınan ALA’nın da trigliseritleri azalttığını göstermektedir.

Depresyon Belirtilerini İyileştirmeye Yardımcı Olabilir İyi tasarlanmış çalışmalar, omega-3’lerin depresyon belirtileri üzerinde genel olarak olumlu bir etkisi olabileceğini ortaya koymuştur. Bu faydayı gösteren omega-3 formülasyonlarının en az %60 EPA içeriği olduğu belirlenmiştir. Etkili doz günde en az 1g EPA içermelidir.

Depresyon ciddi bir durumdur, bu nedenle depresyonun semptomlarını yönetmek için yalnızca takviyelerle yetinmek yerine bir sağlık profesyoneline danışmak akıllıca olacaktır.

İhtiyaçlarınıza Uygun Bir Omega-3 Takviyesi Seçerken Nelere Bakmalısınız? Marketinizin takviye reyonunda yürüyün ve etkili omega-3’ü almak için birini seçerken etkileyici – hatta bazen ezici – bir omega-3 takviye çeşitliliğiyle karşılaşabilirsiniz. İhtiyacınıza en uygun omega-3 takviyesini seçerken dikkate almanız gereken bazı faktörler şunlardır.

EPA/DHA İçeriği Bir takviyede ne aldığınızı belirlemek için etiketi okumak önemlidir. Takviyenin hangi tür omega-3 içerdiğini – EPA, DHA ve/veya ALA – belirleyin ve her türün miktarına bakın. Örneğin, bir takviye her kapsülde 1000 mg balık yağı içerebilir, ancak sadece 400 mg EPA ve 200 mg DHA içerebilir.

Bir ürün etiketindeki iddiaların doğru olduğundan emin olmak için Mevcut İyi Üretim Uygulamaları (CGMP) sertifikasını kontrol edin. FDA, CGMP düzenlemelerini uygular ve bu sayede ürünün etikette belirtilen içeriğe sahip olduğuna güvenebilirsiniz.

EPA, DHA ve diğer yağ asidi içeriği miktarları, 47 ticari balık, karides ve alg yağı takviyesinin incelendiği bir çalışmada analiz edildi. Test edilen takviyelerin sadece %25’i belirtilen DHA miktarını içeriyordu. EPA için ise sadece %21’inin belirtilen miktarı içerdiği tespit edildi.

Ayrıca, takviyede hangi Omega-3 formunun bulunduğunu öğrenin. TG, rTG, PL, FFA veya EE mi? EE diğerlerinden daha iyi emilmeyebilir, ancak onu yağ içeren bir yemekle tüketerek emilimi artırabilirsiniz. Bazı üreticiler EE formülasyonlarına emilimi artıran bir emilim artırıcı ekler, bu nedenle böyle bir yemeğe ihtiyaç olmayabilir.

Bu ürünle ilgili bu bilgileri bilmek, omega-3 takviyesinden en iyi şekilde faydalanmanıza yardımcı olacaktır – vücudunuz emmiyorsa bundan fayda sağlayamazsınız.

Saflık Takviyenin belli bir kalite standardını karşıladığından emin olun. Balık yağı için kirleticiler potansiyel bir endişedir. Ağır metaller, PCB’ler (poliklorlu bifeniller) ve organoklorlu pestisitler mutlak minimumda veya tamamen ortadan kaldırılmalıdır.

Takviyenin üçüncü taraf testinden geçtiğinden emin olun. NSF International, Amerika Birleşik Devletleri Farmakopesi (USP), Terapötik Mallar Birliği (TGA) veya Uluslararası Balık Yağı Standartları (IFOS) gibi bağımsız kuruluşların mührünü veya sertifikasını arayın.

Tazelik Daha önce de belirtildiği gibi, omega-3’ler oksidasyona yatkındır ve düzgün şekilde işlenmez ve depolanmazlarsa hızla bozulabilirler. Bozulduklarında, omega-3’ler kötü kokabilir, gücünü kaybedebilir veya tüketilirse zararlı olabilirler.

Son kullanma tarihini kontrol edin, ürünü koklayın ve üründe A veya E vitaminleri gibi antioksidanlar varsa bunları araştırın. Isı bozulma hızını hızlandırabilir. Bu nedenle genellikle ürünü açtıktan sonra kuru ve serin bir yerde saklamak akıllıca olacaktır.

Dozaj ve Süre Çeşitli sağlık kuruluşları, bir insanın günlük olarak ne kadar omega-3’e ihtiyaç duyduğuna dair kendi önerilerini yayınlamıştır. Miktarlar kuruluşlar arasında değişse de, genel nüfusun temel beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için en az 250 mg ile 500 mg arasında birleşik EPA ve DHA önerilmektedir.

Yaş, diyet, genetik, yaşam tarzı, vücut ağırlığı ve sağlık durumu gibi faktörler, doğru dozu düşünürken önemlidir. Özellikle bir tıbbi durumunuz varsa, bu konuda bir sağlık profesyonelinin tavsiyesini almak en iyisidir.

Güvenlik Omega-3 takviyelerinin yan etkileri, varsa genellikle hafif olur. Olası olumsuz reaksiyonlar arasında baş ağrısı, kötü nefes, hoş olmayan tat, kötü kokulu terleme ve sindirim rahatsızlığı bulunabilir.

Omega-3’lerin prostat kanseri riskini etkileyip etkilemediği konusunda çelişkili kanıtlar vardır. Bazı çalışmalar, yüksek kan omega-3 yağ asidi seviyelerine sahip erkeklerde prostat kanseri riskinin arttığını bulmuştur. Ancak diğer araştırmalar, omega-3 açısından zengin bir diyetin prostat kanseri riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini göstermiştir.

Herhangi bir sağlık durumunuz veya ilaç kullanımınız varsa, omega-3 takviyeleri almadan önce doktorunuza danışmanız önemlidir.

Sonuç Olarak Omega-3 yağ asitleri, sağlık açısından birçok fayda sunabilir ve birçok insan için yararlı bir takviye seçeneği olabilir. Ancak, omega-3 takviyesi seçerken dikkatli olmanız önemlidir. Doğru formu, içeriği, güvenliği ve kalite standardını değerlendirerek en iyi seçimi yapabilirsiniz. Ayrıca, sağlık durumunuz veya diğer ilaçlarınız konusunda endişeleriniz varsa bir sağlık profesyoneline danışmanız her zaman önerilir.

Konu ile ilgili sunset ürününü inceleyebilir ve içeriği hakkında bilgi alabilirsiniz.


Nitrik Oksit – Arginin, Nitrat ve Noni Meyvesi Araştırması

Nitrik Oksit:
Farklı dokuları ve hücresel süreçleri düzenleyen son derece hayati bir yaşam bileşiğidir. Temel özelliği damarlarımızın rahatlamasını sağlamak, kanser hücrelerine karşı savunma görevini üstlenmek ve beyinde iletişimi sağlayan bir haberci molekül olarak işlev görmektir. Bu üç özellik de organizma için büyük öneme sahiptir, bu nedenle yaşam bileşiği olarak adlandırmak son derece uygun bir ifadedir. Ayrıca, bu bileşiğin yokluğunda yaşamın sadece 5 saniyede sona ereceğini bilmek, bu bileşiğe olan hayranlığımı daha da artırıyor.

NO Öncesi:

No Sonrası:

Nitrik oksit, insan vücudunda en fazla sinüs bölgelerinde bulunur. Her soluduğumuz nefeste salınır ve kan dolaşımına karışır. Nitrik oksit üretimi için ağız yerine burun yoluyla nefes almak da oldukça önemlidir. Çünkü sadece burundan alınan nefes, sinüslere ulaşarak nitrik oksit salınımını artırır.

Vücudumuzdaki milyonlarca hücre arasındaki iletişimi sağlayan nitrik oksit, neredeyse her insan hücresi tarafından üretilir. Bu önemli bileşik, vücudumuzda doğal olarak, nitrik oksit sentaz enzimi aracılığıyla L-arjinin amino asidinden sentezlenir.

Nitrik Oksit doğuştan itibaren damarlarda, kan hücrelerinde ve beyinde üretiliyor ama yaşımız ilerledikçe bu yeteneğimiz %15 gibi oranlara düşebiliyor.

L-arginin (arginine)

Beslenme hedefleri doğrultusunda amino asitler üç ayrı kategoriye ayrılır:

  1. Gereksiz: Bu amino asitleri vücudunuz yeterli miktarda üreterek ihtiyaçlarınızı karşılayabilir.
  2. Temel: Vücudunuz bu amino asitleri üretemez, bu yüzden besinlerden almamız gerekmektedir.
  3. Yarı esansiyel: Bu amino asitler normal koşullarda gereklilik arz etmese de bazı durumlarda ihtiyaç duyulabilir.

Arginin, yarı esansiyel bir amino asittir, çünkü genellikle çocukların büyümesi için gereklidir, ancak sağlıklı yetişkinler için gerekli değildir. Arginin, vücudunuz tarafından üretildiği gibi besin kaynaklarından da elde edilebilir. Bu nedenle, arginin eksikliği nadiren görülen bir durumdur. Ancak vücudun üretimi gereksinimleri karşılayamazsa, özellikle stresli dönemlerde veya hızlı büyüme aşamalarında arginin eksikliği yaşanabilir.

Arginin, nitrik oksit üreterek arterleri ve kan damarlarını genişletme ve kan akışını artırma yeteneğine sahiptir. Ayrıca yaralanmaların iyileşmesine yardımcı olabilir ve bağışıklık sistemi fonksiyonunu artırabilir. Kalp hastalığı, erektil disfonksiyon, vücut geliştirme, yara iyileşmesi ve doku onarımını desteklemek amacıyla birçok kişi arginini bir diyet takviyesi olarak kullanmaktadır. Arginin takviyesinin bu koşulların tedavisine yardımcı olabileceğine dair bazı kanıtlar bulunmaktadır. Ancak, takviye olarak alınması mide rahatsızlığı, ishal gibi yan etkilere neden olabilir. Büyük dozlar, diğer ilaçları kullanan veya belirli sağlık koşullarına sahip bireyler için risk oluşturabilir. Arginin, diğer amino asitlerden sentezlendiği için yüksek protein içeren gıdalar genellikle arginin seviyelerini artırabilir.

NO üretimini arttıran L-arginin (arginine), vücut tarafından üretilen bir amino asit olmasına rağmen bazı durumlarda dışarıdan besinlerle alınması da önemlidir. L-arginin, protein sentezi ve nitrik oksit üretimi gibi çeşitli biyolojik süreçlerde rol oynar. İşte L-arginin içeren bazı besin kaynakları:

  1. Et ve Deniz Ürünleri: Kırmızı et, tavuk, hindi ve balık gibi hayvansal protein kaynakları L-arginin içerir. Özellikle somon, ton balığı ve sardalya gibi yağlı balıklar L-arginin bakımından zengindir.
  2. Süt Ürünleri: Süt, yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri de L-arginin içerir.
  3. Kuruyemişler: Kabak çekirdeği, ayçekirdeği, badem, ceviz, fındık ve fıstık gibi kuruyemişler L-arginin kaynağıdır.
  4. Baklagiller: Mercimek, fasulye, nohut ve bezelye gibi baklagillerde de L-arginin bulunur.
  5. Tam Tahıllar: Buğday, yulaf, arpa ve kepekli ekmek gibi tam tahıllar L-arginin içerebilir.
  6. Çikolata: Kakao tozu ve bitter çikolata da L-arginin içeren besinler arasındadır.
  7. Yapraklı Yeşillikler: Ispanak, marul ve lahana gibi yeşil yapraklı sebzelerde de L-arginin bulunabilir.
  8. Deniz Yosunu: Deniz yosunları, özellikle spirulina ve chlorella gibi çeşitler, L-arginin içeriği açısından zengin kaynaklardır. Spirulina, denizde yetişen bir mavi-yeşil alg türüdür. Genellikle toz olarak satın alınır ve smoothielere ekstra besin eklemek için kullanılır. Bir fincan spirulina, yüksek miktarda kalsiyum, demir, potasyum ve niasin ile birlikte 4,5 gram arginine içerir. 
  9. Karpuz: Karpuzda bulunan citrulline, vücutta “arginine” adlı bir amino asit haline dönüşür. 
  10. Noni Meyvesi (Morinda citrifolia): L-arginin adlı amino asidi içeren bir besindir. L-arginin, vücut tarafından protein sentezi, nitrik oksit üretimi ve diğer biyolojik süreçler için kullanılan önemli bir amino asittir. Tropikal ortamda doğal olarak yetişen noni meyvesi veya hint dutu (Morinda citrifolia), yüzyıllardır koruyucu ve iyileştirici bitkisel tedavi olarak kullanılmıştır. Noninin bu etkisi, içeriğinde bulunan vitaminler, mineraller ve enzimlerden kaynaklanmaktadır. Pasifik adalarına özgü bu eşsiz meyve, yerel topluluklar tarafından genellikle içecek olarak tüketilerek vücut fonksiyonlarını düzenlemeye yardımcı olmak için kullanılır. Polinezya’dan Çin’e, Hindistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada 2 binden fazla yıldır kullanılan bu bitki, halk arasında “geçmişin aspirini” olarak ün kazanmıştır.

Nitrat ve L-arginin farklı kimyasal bileşiklerdir, ancak vücut içinde benzer şekilde NO üretimine katkıda bulunabilirler.

Nitrat:

Nitrat, bitkilerde doğal olarak bulunan bir bileşiktir. Vücutta nitratın ana hedefi, nitrik oksit (NO) üretimidir. Nitrik oksit, kan damarlarının genişlemesine yardımcı olarak kan akışını artırabilir ve kardiyovasküler sağlık üzerinde olumlu etkilere sahip olabilir. Nitrat, özellikle yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı pancar gibi bazı sebzeler ve bazı meyveler gibi besinlerde bulunabilir.

Yüksek nitrat içeren bazı besinler:

  1. Pancar: Kırmızı pancar, yüksek miktarda nitrat içeren besinlerden biridir. Bu sebze, özellikle suyu sıkıldığında nitrat açısından zengin bir kaynak olabilir.
  2. Kereviz: Kereviz, nitrat açısından zengin olan diğer bir sebzedir. Özellikle sap kısmı yüksek nitrat içerir.
  3. Ispanak: Ispanak da nitrat bakımından zengin yeşil yapraklı sebzelerden biridir.
  4. Marul: Marul, çeşitli türleriyle yüksek nitrat içeren bir diğer sebzedir.
  5. Roka: Roka da nitrat içeriği yüksek olan yeşilliklerden biridir.
  6. Rüşeym: Rüşeym veya su teresi, yüksek nitrat içeriğine sahip bir bitkidir.
  7. Fesleğen: Fesleğen de nitrat bakımından zengin baharatlardan biridir.
  8. Kıvırcık Lahana: Kıvırcık lahana, nitrat içeriği yüksek diğer sebzelerden biridir.
  9. Noni Meyvesi: Nitrat bakımından zengindir.

Noni meyvesi (Morinda citrifolia)

Tropikal bölgelerde yetişen ve geleneksel olarak çeşitli sağlık faydaları ile ilişkilendirilen bir meyvedir. Noni meyvesi, Asya, Pasifik Adaları ve Güneydoğu Asya gibi bölgelerde doğal olarak bulunur.

İçeriğinde bulunan L-Arginin ve Nitrat sayesinde NO üretimini destekler.

Noni meyvesinin öne sürülen tüm faydaları şunlardır:

  1. Antioksidan İçeriği: Noni meyvesi, antioksidanlar bakımından zengin olabilir. Antioksidanlar, serbest radikallerin zararlı etkilerine karşı koruma sağlayarak hücresel hasarı azaltmaya yardımcı olabilir.
  2. Bağışıklık Sistemi Desteği: Bazı araştırmalar, noni meyvesinin bağışıklık sistemini desteklediğini öne sürmüştür. İmmün sistem üzerindeki potansiyel etkileri nedeniyle noni, bazı insanlar tarafından sağlık takviyesi olarak kullanılmıştır.
  3. İltihap Karşıtı Etkiler: Noni meyvesinin bazı bileşenlerinin anti-inflamatuar özelliklere sahip olduğu düşünülmektedir. Ancak bu etkilerin tam olarak ne kadar güçlü veya yaygın olduğu hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
  4. Kanser Önleyici Etkiler: Bazı çalışmalar, noni meyvesinin potansiyel olarak kanser hücrelerinin büyümesini engellemeye yardımcı olabileceğini öne sürmüştür. Ancak bu alandaki araştırmalar sınırlıdır ve daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
  5. Kardiyovasküler Sağlık: Noni meyvesinin kardiyovasküler sağlık üzerinde olumlu etkileri olduğu iddia edilmektedir. Ancak bu iddiaların desteklenmesi için daha fazla kanıta ihtiyaç vardır.
  6. Nitrik Oksit (NO): Bir çok dokuda çeşitli fizyolojik ve hücresel süreçleri düzenleyen oldukça önemli bir yaşam molekülüdür. En temel özelliği damarlarımızı gevşetmesi, kanser hücrelerine karşı savunmada rol alması ve de beyinde bir haberci molekül olarak rol almasıdır.

Dünyaca ünlü Dr. Mehmet ÖZ tarafından Noni Meyvesi ve Faydalarını şu şekilde anlatıyor:

11 Nisan 2018 tarihinde yayımlanan bir meta-analiz sonucuna göre Noni meyvesi (Morinda citrifolia) ile ilgili olarak çeşitli sağlık yararları ve kullanım alanları tespit edilmiştir. Bu meta-analizde elde edilen verilere göre:

  • Amerika Birleşik Devletleri’nde Noni meyve suyunun satışı 106 milyon litreden fazla olarak gerçekleşmiştir.
  • Avrupa Birliği’nde 1997 yılında onaylanan Noni meyve suyu, bağışıklığı arttıran güvenli fonksiyonel bir gıda olarak kabul edilmiştir.
  • Noni meyve suyunun potansiyel sağlık yararları arasında antioksidan etkiler bulunmaktadır. Sigara içenlerde serbest oksijen radikallerini %47 azalttığı görülmüştür. Aynı zamanda sigara içenlerde aromatik DNA üretimini %57 azaltarak kanser riskini azaltıcı etkileri olduğu gözlemlenmiştir.
  • Ayrıca, yapılan bir randomize plasebo kontrollü çalışmada Noni meyve suyunun ağır sigara içenlerde hs-CRP ve homosistein düzeyinde önemli bir azalma sağladığı, HDL (iyi kolesterol) seviyesini artırdığı, kolesterol, LDL (kötü kolesterol) ve trigliserit seviyelerinde düşüşler sağladığı belirlenmiştir.
  • Noni meyve suyu eklemler üzerinde ağrı kesici (anti-nosiseptif) ve anti-enflamatuar etkiler göstermiştir. Atletlerde dayanıklılığı artırıcı ve serbest radikal üretimini baskılayıcı etkileri olduğu kanıtlanmıştır.
  • Bireysel deneyimlere göre, dudakta uçuk, gözde konjonktivit ve ağız içi ülser gibi sorunlara iyi geldiği bildirilmiştir.
  • Japonya’da yapılan bir çalışmada Noni içenlerin ciltlerinin, içmeyenlere göre daha genç göründüğü saptanmıştır.
  • Noni meyve suyunun kilo verme diyeti uygulayanlarda kas kitle kaybını önlediği gösterilmiştir. Ayrıca osteoporoz, iletim tipi işitme kaybı, hipertansiyon ve dişeti iltihabı (gingivit) gibi durumlar üzerinde olumlu etkileri rapor edilmiştir.
  • Faz 1 çalışmalarına göre Noni ekstraktının toksisite yapmadığı görülmüştür.
  • Noni ekstraktının fiziksel fonksiyonları, ağrıyı ve yorgunluğu doza bağlı olarak azaltıcı etkisi bulunmaktadır. Aynı zamanda gastrokinetik aktiviteyi artırarak reflü ve gaz gibi sindirim şikayetlerini giderici etkileri olduğu gözlemlenmiştir.
  • Noni meyve suyu ve ekstraktının hem topikal hem oral (ağız yoluyla) kullanımının ciltte anti-inflamatuar, anti-akne ve anti-aging etkileri olduğu gösterilmiştir.

Tavsiye Ürün:

Kyani Nitro Fx ve Nitro Plus ürünleri NO üretimini arttırmaya yardımcı olan ürünlerdir ve Noni meyvesi konsantresi içerir. Noni meyvesi ülkemizde bulunmadığından ve tadı kötü olduğundan bu şekilde tüketmek daha kolay ve ulaşılabilir olmuştur.

Not:

Bu bilgileri sağlığınız ve beslenmenizle ilgili kararlar alırken dikkate almanız önemlidir. Noni meyvesi veya ürünlerini kullanmadan önce mutlaka bir sağlık profesyoneli veya beslenme uzmanıyla görüşmeniz gerekmektedir.


Yiyeceklerdeki vitamin ve besin miktarlarının azalması

Yiyeceklerdeki vitamin ve besin miktarlarının azalması farklı faktörlere bağlı olarak değişebilir. İşte bu olası faktörlerden bazıları:

  1. Toprak Değeri Azalması: Bitkiler, topraktan besin maddelerini alarak büyür ve bu besin maddeleri yiyeceklerimizin içeriğini oluşturur. Eğer toprak yetersiz besin maddeleri içeriyorsa, bitkiler de yeterince besin alamayabilir ve bu da yiyeceklerin besin değerini düşürebilir.
  2. Tarım Uygulamaları: Modern tarım yöntemleri bazen hızlı büyüme ve yüksek verim elde etmeyi amaçlar. Bu amaçla kullanılan gübreler ve kimyasal maddeler, bitkilerin besin alımını etkileyebilir ve nütrient içeriğini azaltabilir.
  3. Taşıma ve Depolama Süreçleri: Yiyecekler hasat edildikten sonra uzun taşıma ve depolama süreçlerine tabi tutulabilir. Bu da bazı besin maddelerinin kaybına neden olabilir.
  4. Genetik Değişiklikler: Bitkilerin genetik yapısının değiştirilmesi, bazen istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Bazı genetik değişiklikler, bitkilerin besin içeriğini etkileyebilir.
  5. Çevresel Faktörler: İklim değişikliği, hava kirliliği ve diğer çevresel faktörler, bitkilerin büyüme ve besin alımını etkileyebilir.
  6. Beslenme Alışkanlıkları: İnsanların beslenme alışkanlıkları, yiyecek tüketimini ve buna bağlı olarak alınan besin miktarını etkiler. Dengesiz beslenme, bazı besin maddelerinin eksikliğine neden olabilir.

Aşağıdaki tabloda 2002 yılındaki durum gösteriliyor. Günümüzde durumun ne kadar daha vahim olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Modern tarım uygulamaları bazen hızlı büyüme ve yüksek verim elde etmeyi amaçlar. Bu hedeflere ulaşmak için kullanılan gübreler, kimyasal maddeler ve sulama yöntemleri, bitkilerin besin alımını ve besin içeriğini etkileyebilir.

  1. Toprak Kalitesi: Toprağın yetersiz besin maddeleri içermesi, bitkilerin bu maddeleri almasını engelleyebilir. Modern tarım uygulamaları bazen hızlı büyümeyi teşvik ederken, toprak verimliliğini azaltabilir ve besin içeriğini düşürebilir.
  2. Kimyasal Gübreler: Kimyasal gübreler, bitkilerin büyümesini hızlandırmak için kullanılır. Ancak aşırı kullanımı veya yanlış dengelenmesi, bitkilerin bazı besin maddelerini almasını engelleyebilir veya diğer besin maddeleriyle rekabet edebilir.
  3. Zirai İlaçlar: Zararlı organizmaları kontrol etmek için kullanılan zirai ilaçlar, bazen istenmeyen yan etkilere neden olabilir. Bu ilaçlar bitkilerin besin alımını etkileyebilir ve dolayısıyla besin içeriğini etkileyebilir.
  4. Genetik Modifikasyonlar: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar (GDO’lar), bazı durumlarda bitkilerin besin içeriğini etkileyebilir. Örneğin, GDO’lu bitkiler belirli vitaminleri veya mineralleri daha düşük oranlarda içerebilir.
  5. Su Yönetimi: Sulama yöntemleri, bitkilerin su ve besin maddelerini almasını etkileyebilir. Uygun olmayan sulama uygulamaları, bitkilerin besin alımını olumsuz etkileyebilir.

Yiyeceklerden elde edemediğiniz bu vitamin ve mineralleri kyani welness üçgeni ile tam olarak alabilirsiniz. Detaylı bilgi ve sipariş için kyaniteamtr.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.


Tutsak düşlerin peşinde

Gidelim buralardan, bilinmeyen diyarlara,
Tutsak düşlerimizle, yeni umutlar peşinde.
Bilmediğimiz insanlarla dolduralım zihnimizi,
Yabancı hikayelerle donatalım sözlerimizi.

Bırakalım yorgun gözler, yeni renklere takılsın,
Hiç bilmediğimiz şarkılar söyleyelim.
Kim bilir, belki orada, bilinmeyen bir şarkıda,
Belki yeni bir hikâyede, buluruz kendimizi.

Bir çocuk merakıyla, akalım bilinmeyene,
Bırakalım ruhumuz yön versin bize.
Tutkulu bir kaşif gibi, yürüyelim sorulara,
Her adımda daha derine, daha bilinmezliğe.

Bilmediğimiz konuların, dalalım gizemine,
Tüm ayrıntılarıyla, araştıralım hayatı.
Belki bir dağın tepesinde, belki bir denizin ortasında,
Bir bilinmeyen bekler bizi, bizi çağırır keşfe.

Öyleyse gidelim dostum, bilinmeyen sulara,
Bilinmeyenin peşinden, belki de kendimize.
Öyleyse gidelim dostum, tutsak düşlerin peşinde,
Belki de bilinmeyen, daha çok anlatır, daha çok sevgili.


Kendimizi yeni ve bilinmeyen durumlar, deneyimler ve zorluklar karşısında daha iyi tanıma ve anlama fırsatı buluruz. Rutin ve alışılmış durumlar genellikle bizim güvenli alanlarımızdır ve bu alanlarda kendimizi oldukça iyi tanıyabiliriz. Ancak bilinmeyenle yüzleşmek, kendimize dair yeni yönler keşfetmemizi sağlar. Bilinmeyene karşı verdiğimiz tepkiler, nasıl hissettiğimiz ve nasıl davrandığımız, belki de bilinçli olarak farkında olmadığımız özelliklerimizi ortaya çıkarabilir. Bilinmeyen her zaman bizim hakkımızda daha çok şey anlatır. Bu nedenle, kendimizi daha fazla keşfetmek ve anlamak için bilinmeyenin ve belirsizliğin ötesine geçmeliyiz.

Bazı hayallerimizi özgürce gerçekleştiremeyiz. Bunlar bizim tutsak düşlerimizdir. İçimize hapsolmuş ve ruhunuzun söylediği ama yapamadığınız hayallerinizdir. Toplumun beklentileri, aile baskısı veya maddi zorluklar gibi engeller bu hayallerin gerçekleşmesini engelliyor olabilir. Ancak en büyük engel ise zihnimizdir. Bu hayalinizin olamayacağını düşünerek kendi kendinize en büyük engeli yaratıyor olabilirsiniz. Bu durumda önce bu zihinsel engeli kaldırıp işe küçük adımlar atarak başlayabilirsiniz. Buna bir yolculuğa çıkmayı düşünmek, hazırlanmak ve yola çıkmak olarak bakalım. Hazırlık tüm sürece hazır olmanızı gerektirmez. Küçük bir ilerleme veya kısa bir mesafe alacak kadar gidebileceğiniz bir hazırlık ve plan yaparak işe başlayabilir ve bu kısa yolculuk sırasında kendiniz ve hayaliniz ile ilgili birçok şey öğrenebilirsiniz.  Bu yolculuk sürecinde, belki de bu tutsak düşler özgür bırakılabilir ve gerçekleştirilebilir.

Bu hayallerinizin peşinde koşmadan kendinizi tam olarak tanıyamayacak ve bir sonraki adıma geçemeyeceksiniz. Ruhunuzun bir sonraki hayalini oluşturması ve peşinden gitmesi için şu anki hayallerinize adım atmalı ve onları aşmalısınız. Belki küçük adımlarınızda hayalinizden vazgeçebilirsiniz. Zaten amaç hep bunları keşfetmek. Alışılmış ve güvenli limanından çıkmadan yaşamış, deneyimlemiş ve öğrenmiş olmuyorsunuz. Unutmayın, aslında tüm bu serüven hep kendimizi tanımak ve anlamak için. Şimdi kendine bir iyilik yap ve tutsak olan hayallerine bir adım atarak işe başla. Tüm zorlukları, bahaneleri aşabilirsin. Adım adım ilerleyebileceğin bir plan yap ve hayalinin gerçekleşeceğine şüphen olmasın. Sadece bu adımları atmak bile sana çok iyi hissettirecektir. Kendin için bir şey yapmaya başlamış olacaksın. Kendin için yaşamak, kendi serüveninin kahramanı olmak, kendini daha iyi tanımak ve anlamak için bunu yapmalısın.

Bilinmeyene karşı duyulan merak, arzu hep kendimizi keşfetme isteğimizden ve burada bulunma amacımızdan kaynaklanır. Bilinmeyeni bilinir kılmak. Ruhunuz zaten deneyimlediği ve bildiği şeyleri merak etmez. Onları görmezden gelir, önemsemez. Siz bilmediğiniz veya aşamadığınız konular varsa onlara doğru çekilirsiniz. Öğrenmek ve aşmak için. Bundan kaçmak veya saklanmak boşuna yaşamaktır.


Unutmak

Unutmak, yaşamın kaçınılmaz bir gerçeğidir. Unutmak kötü bir şey gibi gelebilir ama hayata devam edebilmemiz için gerekli bir süreçtir. Kaybettiğimiz sevdiklerimizi, anılarımızı unutmak tabiki kolay bir süreç değildir. Onlar hayatımızın bir parçasıydı ve unutmak, hatıralarımızın zamanla yok olması anlamına gelir. Belki de hayatımızın en mutlu anlarına tanıklık etmişlerdir, belki çok sevdiğimiz kişilerdi, belki de en büyük destekçimiz olmuşlardır. O zaman neden unutmayı seçiyoruz? Neden unutmak zorundayız?

Bu unutma olayı aslında tam aynı olmasada hayatta kalma içgüdümüze biraz benzer. Hayatta kalmak için, tehlikeli bir durumda harekete geçmek, kendimizi korumak ve hayatta kalmak için acil önlemler almamız gerekebilir. Unutmak ise bir tehlike durumundan korunmak için doğrudan bir yöntem değildir. Unutmak, daha çok bir savunma mekanizmasıdır ve insanın zihnindeki acı verici hatıralardan kurtulmasına yardımcı olur. Beyin bunu zamanla otomatik olarak yapmaktadır. 

Beyindeki sinir hücreleri, bilgiyi depolamak için birbirleriyle bağlantı kurarlar. Ancak unutma, bu bağlantıların kademeli olarak zayıflaması veya kırılması yoluyla gerçekleşir. Bu süreç, sinir hücreleri arasındaki bağlantıların gücünü değiştiren bir dizi nörokimyasal olayın sonucudur. Bununla birlikte, bazı durumlarda, insanlar bilinçli olarak unutmak isteyebilirler ve bu durumlarda, beyin de bu isteği yerine getirmeye daha hızlı şekilde yardımcı olabilir.

Bazı anılar ise hayat boyu unutulmayacak kadar güçlüdür, diğerleri ise daha hızlı unutulabilir. Bu, beyindeki sinirsel bağlantıların gücüne, olayın önemine ve kişinin zihinsel durumuna bağlıdır. Bu yüzden çok güçlü duygu içeren anıları unutamayız veya unutmak da istemeyebiliriz. Bazen günlük hayatta aklımıza gelmesede güçlü olan anılar hatırlamak istediğimizde hep oradadırlar veya çağrışım yaşanan bir anda, örneğin bir müzik dinlendiğinde, bir resim görüldüğünde veya bir kokudan dolayı anında ortaya çıkabilirler.

Sevdiklerimizi unutmak, büyüme ve gelişme sürecinin bir parçasıdır. Yaşamımızın farklı dönemlerinde farklı insanlarla tanışırız ve ilişkiler kurarız. Bu ilişkilerin bazıları kalıcı olabilirken, bazıları kısa sürebilir. İlişkilerimizin doğası gereği, bazen birbirimizden ayrılmamız gerekebilir ve bu da bir süreçtir. Ayrılık, her zaman acılı ve üzücü olsa da, hayatımızdaki diğer insanlarla yeni bağlantılar kurmamız için fırsat yaratır.

Sonuç olarak, sevdiklerimizi unutmak, hayatın kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ancak, unutmak, onların hayatımızdaki önemini ve bizim onlara olan sevgimizi azaltmaz. Zihnimizdeki hatıralarımız, onların hayatımızdaki yerlerini her zaman korur ve hatırlamak istediğimizde orada olurlar.

Bununla birlikte, unutmak, bir sevdiğimizi kaybettikten sonra, keder ve yas sürecimizde de olabilir. Bu süreç, özellikle yakınlarımızı kaybettiğimizde, çok zor ve acı vericidir. Ancak zamanla, bu acı hafifler ve biz yeniden hayatımıza devam ederiz. Bu süreçte, sevdiklerimizi unutmak, onların hayatımızdaki önemini azaltmaz. Bu, onları sevmediğimiz anlamına gelmez, sadece hayatın bir gerçeği ve bir süreçtir. Bu anılara çok saplanmak hayatınızı yaşanmaz hale getirebilir. Hayata devam edebilmek için bazı anıları unutmaktan başka çare yoktur. Hayat devam ettikçe yeni fırsatlar , yeni insanlar karşınıza çıkacak ve yeni anılarınız oluşacaktır. Bunlara yer açmak için çok önemli anlar dışındaki anılarımızı ve özellikle bize acı verenleri unutmayı seçer beynimiz. 

Bazen öyle bir an gelir ki, birini düşündüğünüzde anıdan çok duygu hissedersiniz. Beyniniz ve ruhunuz duyguyu kaydeder ve duygu hatırlanır. Anılar, zaman ve mekan silinmeye başlar ama güçlü duygular kolay kolay silinmez. Bizlerin zaman ve mekandan çok duyguları kaydeden varlıklar olduğumuza inanıyorum.

Beynimizdeki hipokampus adlı bölge, uzun süreli bellek oluşumunda önemli bir rol oynar ve anıların oluşumunda duyguların da önemli bir rolü vardır. Bu nedenle, yaşadığımız deneyimlerin duygusal yoğunluğu, bellek oluşumunu ve depolanmasını etkiler. Ancak bu fiziksel bölgenin belli limitleri vardır. Bu yüzden zamanla yenilere yer açmak zorunda ve duygu yoğunluğu yüksek olanlar dışındakileri bırakmak zorundadır. 

Bizler ruhsal varlıklar olduğumuza göre ruhun da bir hafızası olması gerekir ki duyguları kaydedebilsin. Aksi halde gelişim gösteremezdi. Yaşanan tüm olaylar, anılar, bir duygu yaşanması ve deneyim için önemlidir ve ruhumuza işlenir. Anılar ve deneyimler, insanların ruhsal gelişimlerinde önemli bir rol oynar. Bu deneyimler sayesinde, insanlar hayatın anlamını keşfeder, spiritüel bağlantılar kurar ve kendilerini daha büyük bir bütünün parçası olarak görürler.

Bizler deneyim için buradayız. Bazen kötü olarak adlandırdığımız olaylar yaşıyoruz bazen iyi olaylar yaşıyoruz.  Ancak geriye yaşanan duygular kalıyor ve ilerliyoruz. İlerlemek zorundayız. Evrende hiçbir şeyin durmadığı gibi biz de durmuyoruz. Bu yüzden kötü bir olay yaşadığınızda da ilerlediğinizi ve bunun bir olaydan ibaret olduğunu unutmamaya çalışın. Anıları unutmak ve yeniye yer açmak bu ilerlemenin bir parçasıdır. Bazen zaman gerekir ama elbet sonunda unutulur , duygular kaydedilir ve bir sonraki aşamaya geçilir. Endişe etmemek, olayları kabul etmek çok önemlidir. Nasıl yeni bir insan veya güzel bir olay hayatınıza girdiğinde kabul ediyorsanız , bu kişi gittiğinde veya kötü dediğimiz şey olduğunda da kabul etmemiz gerekir. Başka yapacak bir şey yoktur ve hayat hep devam eder,  ilerler, değişir ve kimse için o güzel anda veya kötü anda durmaz. Aynı mevsimler gibi , gelir ve geçer. 

Bu yüzden, hayatın her anını kucaklayın, her anı en iyi şekilde yaşayın ve gelen her yeni güne umutla bakın. Çünkü hayat, güzellikleriyle ve zorluklarıyla devam eder ve siz de her adımda ilerleyerek büyürsünüz. Önemli olan budur. 


Kendine Bile Anlatma!

Çok önemli işlerinizi, projelerinizi, değer verdiğiniz fikir veya ilişkileri çok anlatmayın derler. Anlatmamak neden bu kadar önemli olduğunu bir türlü tam çözememiştim. Hep başkasının enerjisinden etkileneceğimiz ve farklı enerjilerin zarar verebileceği söylenir. Kısmen mantıklı ama hep tam olarak sebebin bu olmadığını düşünmüşümdür. Siz bir fikre çok inanıyorsanız ve bunu anlatırsanız başkaları sizin gördüğünüz açıdan göremez ve bazen çok belli etmezken bazen de karşı çıkarlar ve olumsuz yorumlarda bulunabilirler. Bunla uğraşma ne gerek var. Olmaz o iş vs. vs. Önemli olan sizin inanmanızdır ve diğer insanların ne düşündüğü önemli değildir. Onlar sizin geçtiğiniz aşamalardan geçmemişler ve sizinle aynı hayat görüşüne sahip değiller. Bu yüzden işi olana kadar anlatmamak en iyisi denir. Ancak benim anlatacağım konu bu işi bırakın başkasına, kendinize bile anlatmamanız gerektiği. 

Başkasına anlattıktan sonra her zaman yaşadığım bir duygu vardı. Tatmin ve haz duygusu, başarı duygusu. Zarar verenin bu olduğunu ilk başlarda anlamamıştım. Meğer başkasından çok kendi kendimizi engelliyormuşuz. 

Nasıl mı? Gelin önce konfor alanını inceleyelim. Konfor alanı bizim tembel olduğumuz ve bir şey yapmadığımız kendimizi geliştiremediğimiz, harekete geçmediğimiz yer değil mi? Güya enerjimizi korumak adına burada kalmayı seçiyoruz. Aslında biz seçmiyoruz içgüdülerimiz, arka beynimiz konfor alanında kalarak enerji tasarrufu yaptığını zannediyor ve bizi korumaya çalışıyor ama bir taraftan da gelişimimizi engelliyor.

Peki başkalarına anlatmak ile konfor alanının ne alakası var? Bunu da şöyle açıklayabiliriz. Başkalarına anlattığımızda sanki başarmış gibi haz duyuyor ve olayı bitirmişcesine yaşıyoruz. Bu durumda sanki direk sonuca varmış gibi algılıyor beynimiz. Dolayısı ile yarım bırakıp başka konuya geçmeye hevesli oluyoruz. Çünkü biz bunu yaşadık ve tamamladık zannediyoruz. Oysa her şey yarım, hatta bazen başlanmamış oluyor. Bunu çoğumuz yaşamışızdır. Ben sebebini anlamakta çok zorlandım ve ortaya çıkardığımda çok şaşırdım. Benim başkalarına anlatmam ve başkalarının enerjisi ne kadar zarar verebilirdi ki? Belki ben izin verirsem zarar verebilirdi veya çok az verirdi. Özellikle de samimiyetine güvendiğim arkadaşlarıma anlattıktan sonra bile fikirlerimden ve projelerimden uzaklaştığım çok oldu. Üstelik fikirleri beğenmelerine rağmen benim hevesim kaçıyordu. Fikirleri, projeleri savunmak ve sessizce sonuna kadar, başarıya kadar devam ettirmek zordur. Zorlu bu süreçte beyin bu zorluktan kurtulmak için her zaman çıkış yolu arar. Siz bunu ballandıra ballandıra anlatırken ise tüm benliğinizde bu başarıyı sanki başarmışcasına yaşarsınız. Oysa ki ortada başarılan veya tamamlanan bir şey yoktur. 

Yani en çok zararı yine kendi kendimize veriyoruz. Başkalarının enerjisinden kendinizi belli yöntemler ile belki koruyabilirsiniz. Ancak beyninizin oluşturduğu bu kimyadan kaçmanız çok zordur. Başarı için başardığınızı kabul etmemeniz gerekiyor. Bırakın başkasına söylemeyi, kendinize bile söylemeyin başardığınızı. Başkasına söylemek veya ağızdan çıkan kelimeler o kadar güçlü ki, bilinçaltı hemen  inanıyor başardığına. Başarılan işle uğraşmaya ne gerek var o zaman. Hemen başka şeyler düşünmeye ve başka işlere odaklanmaya başlıyorsunuz. 

Yapmanız gereken, başaramadım, daha çok yapacağım işler var, planlayıp her gün buna odaklanacağım diyerek her gün başarıya ilerlemek. Ben başardım başardım diye gezerseniz hem çevrenizi hem kendinizi kandırmış olursunuz. Başarıdan iyice emin olmadan bunu söylemeyin. Söylediğiniz noktada da duraksama ve gerileme evresine gireceğinizi bilin. Başarı, sürekli çalışma ve istikrar ile gelir. Başardım dediğinizde, sandığınızdan, böbürlendiğinizde  ise artık bu çalışma ve istikrarı sürdüremezsiniz ve başka yeni fikirlere, projelere odaklanmaya başlarsınız. Bu beynimizin çalışma mantığı ve bunu anlarsak en azından önem verdiğimiz konularda başarının sözde değil gerçek olmasını sağlayabiliriz.

Diyelim spor yapıyorsunuz ve bir hedefiniz var. Bu kilo vermek veya kas yapmak olabilir. Çok kararlısınız ve bu kararınız sayesinde 3 ay çaba harcadınız ve çok iyi sonuçlar almaya başladınız. Ohh ben artık istediğim kiloya geldim veya çok iyiyim dediğiniz an geriye dönüşün başladığı andır. Bu dediklerimi bilirseniz aynı istikrarı ve disiplini devam eden aylarda da sürdürmek için başardım çok iyiyim yerine hep daha iyi nasıl olabilirim demeye başlayabilirsiniz. İyi ancak size iyinin yetmediğini daha iyi olması gerektiğini söyleyin. Daha iyi olması için neler yapabileceğinizi düşünün. 

Bu yüzden odaklandığımız konuları iyi seçmemiz gerekiyor. Neye enerji vermeyi ve ilgilenmeyi bırakırsak gerilemeye başlar. Çok değerli fikir ve projelerinizi anlattığınızda da başarmış gibi algılayıp enerjinizi başka yerlere odaklamaya başlarsınız. Bunu farketmeden yapar sonra dönüp baktığınızda “bu iş neden olmadı ya” der şaşırırsınız. İşte artık bildiğimize göre kendimize karşı önlem almamızın vakti geldi. 

Bazen de hiç bitmeyen, başarılamayan ve sürekli emek verilmesi, uğraşılması gereken işler, ilişkiler vardır. Emek vermeyi bıraktığınız anda gerilemeye ve yıpranmaya başlar, sonunda da biter. Eğer bitsin istemiyorsanız bu yüzden emek vermeye devam etmeniz gerekir. Bir ilişkide “aşkımı buldum oh artık rahatım”, bir iş için “başardım oh böyle devam etsin” dediğiniz an kaybetmeye,  gerilemeye başladığınız andır. Hep farkındalık diyoruz ya. İşte bu yüzden önemli. Artık farkında olarak yaşayın. Bazı şeylerin bitip yeni konulara geçiş yapmanız zamanı geldiğinde ise bunu en kısa ve en karlı yoldan yapın. İş hayatında buna exit denir. Yatırımcılar en karlı yerden şirketlerini satıp başka işe geçerler. Aslında bilirler hiçbir şey sonsuza kadar aynı devam etmez veya aynı heyecanı, zevki size vermez. Bunları bilirseniz, çok sevdiğiniz bir işiniz veya ilişkinize çok iyi bakıp onun için her gün uğraşırsınız. Eğer sıkıldıysanız, ki bu en doğal süreçtir, o zaman bırakma zamanı gelmiş olabilir.  Çünkü hepimiz deneyim için buradayız ve gelişmek için sıkılmak zorundayız. O zaman en karlı yerden exit yapmayı düşünün ve bunu planlayın. Bu durumda başarılı bir noktada ve iyi anılarla bir işi veya ilişkiyi bitirmiş olursunuz. Aksi halde yıpranan,maddi ve manevi kayıplarla dolu bir son olabilir. 

Düşüncelerinizi disiplin altına alırsanız, sözlerinizi de alırsınız. Kendinize başardım değil, çok çalışmaya devam edeceğim, daha iyi olacağım demelisiniz. Planlarınızı buna göre yapıp onlara sadık kalmak için gözünüzde başarı anını canlandırmak iyidir. O anda neler hissettiğinizi düşünebilirsiniz. Bu sayede o işi isteyip istemediğinize karar verirsiniz. Ancak kararı verdikten sonra başarmış gibi havalara sokmayın kendinizi. Tehlikeli olan budur. Hemen, her gün planladığınız işleri yapmanın yolunu bulun ve hedeflediğiniz noktaya giderken sizi nelerin engellediğini bulup temizlemeye odaklanın.

Sevgiyle.